Mahalle hikayeleri :3




 
Yukarıdaki fotoğrafta halamın düğününde annem, amcam, babam ve ben. Gelin alma yapılmadan önce misafir odasında çekilmiş. Babaannem ölünce yerine kız kardeşi verilmiş bu yüzden teyze çocukları kardeşliği ama babam iki bacısını da ayırmaz, özlük üveylik hiç konuşulmazdı. Belli ki bacılarıyla damatsız bir fotoğrafları olsun istemişler. Babamın bordo kaşmir yeleği bu gün gibi gözümün önünde. Amcamın yakışıklılığı görmemek mümkün değil, annem Timtim Sebahat’ta  yaptırdığı saçları ve ipek beyaz gömlek siyah maksi tafta eteği ile çok şıkmış. Fakat tüm bunları gölgede bırakan halamın güzelliği ve kırık beyaz saten gelinli ile zarafeti, tacının altındaki kara gözleri…  Kars’lı Favzi eniştem Ankara Etibank’ta topoğraf memur. Babam doğulu birine kız vermekten pek hoşlanmamış ama halamın da Emekli Sandığı sınavlarını kazanıp orada çalışacağını duyunca razı olmuş. Babaannem, “memleketin madenlerini, topraktan çıkarıp fayda sağlayan şeyler yapıyorlarmış” diye gofala gofala anlatıyormuş komşulara…

Düğünlerde Kale Mahallesi’ndeki Timtim Sebahat gelin kızların saçlarını ondüle yapardı. O gün, beş yaşından elli beş yaşına kadar tüm hemcinslerim kıvır kıvır olurlardı. Halamın kınasında tefçi Fadime Nene çalarken kızları kollarından çeke çeke kaldırmış, sonra da analarının çimdik atmasıyla zorla oturtmuşlardı.

Bahçelerde börülce,

Oynar gelin görümce.

Oynasınlar bakalım,

Bir araya gelince.

Bahçelerde eğrelti, oynarlar iki elti…

Komik manilere pek gülünürdü

Hedük hüdük gaynana

Dişleri güdük gaynana

Oğlun şeker getirmiş

Saklı yedik gaynana

 

Kadınlar günlük hayatta kışın sıcacık pazenler, yazın efil efil basmalar giyerlerdi. Bir de Terzi Bahtışen vardı. Ona elbise diktirmek prestijdi. Herkesin kumaşını almamak için çok pahalı dikerdi. Petrol mavisi, kahve, siyah, bordo renklerde, döşleri nervürlü jorjet elbiselere çok rağbet vardı. Elbiseler, rugan ayakkabı ve küçük çantalarla tamamlanırdı. Bu Bahtışen Abla'yı bir kez gördüm. Annem provaya giderken götürdü. Ben ne olduğunu anlamadan “Ay bu ne şıdık (şirin) bir kız” diye yapmacık severken ucu kızarmış kocaman çengelli iğne ile kulaklarımı deliverdi, yeşil çiçekli sallamalı atın küpeciği kulağıma takıverdi, benim gözlerimden yaş gelirken o, hiçbir şey yapmamış gibi provaya devam etti. Dikiş dikmekten mi, yoksa burnunu havaya dikmekten mi, bilmem ama evlenemedi diye biliyorum!

Erkek terzisi Tat Kemal Amca kekemeydi, konuşmaya başlayınca sağ kolunu sallayarak güçlükle çıkarırdı kelimeleri, cümleleri ağzından. Koyu Halk Partili Kemal Amca Nevşehir'in en kaliteli terzisiydi. Pilili pantolon, kruvaze ceket, küçük yakaları ayaklı gömlekler. Babam, elini sokup torbalanmasın diye ceketlerinin cebini açtırmazdı. Aksine Hüseyin dedemin cebini çok severdik. Bir cebinde şak leblebi (yarım leblebi), kuru üzüm, diğer cebinde bozuk para ve kabak çekirdeği olurdu. Kabak çekirdeği cebine elini sokarsa bozuk para da çıkardı. Ne çıkarsa beş kuruş, on kuruş, ortası delik iki buçuk kuruş, onu da verirdi. Şimdi bile her akşam evde bir avuç kabak çekirdeği yemeye bayılırım. Erkek olsam kesin prostat büyümelerinden korunmuştum.

Ayakkabıları Rahmi Köse Amca dikerdi. Bir kartona ayak ölçümüzü alır, hop bir de bakmışsın süslü olmayan ama sapasağlam ayakkabılarınız olmuş. Diyarbakır'dan kaçak süet ve kadife kumaş gelirdi. Zenginler pardösü ile ayakkabıyı takım diktirirlerdi.


****

Hastalıklar şımartılmazdı, sebebi bilinmez, genellikle çocuklar nazardan ölürmüş. Anneannem on doğum yapmış, beşi nazardan ölmüş! Bir yaz ne oldu bilmem her yerim kaşındı, kırmızı döküntüler

oldu (ne olacak, suçiçeği ya da ürtiker cinsi bir şey). Altı, yedi yaşlarındayım, çırılçıplak soydular, utancımdan ölüyorum. Beni bir harara koydular. (Dikenli gibi, sert, kıllı bir çuval).  Sabah ezanı saati, mahallenin çıkışında dörtyol ağzındaki ayva ağacının altına götürdüler, ayvanın çamurunu vücuduma sürdüler, yaz mevsimi ama sabah serinliğiydi. Buz gibi suları başımdan döktüler. Annem döküyor. Nigar yengem de bağır kızım, bağır diyor. “Ben dabaz oldum, havlamaz oldum hav hav” ben ağlayarak bağırıyorum, “anneee donduuuum! Ben dabaz olduuuum! Havlamaz olduuuum! Haaaav haaaav! Anne donduuuum, yeter!” Pazen mavi çiçekli pijamamı giydirdiler, yorgunluktan, üşümekten nasıl uyuduysam kızarıklıklarım sakinleşmişti. Kaç gün sonra tamamen geçti bilmiyorum ama mutlaka bir açıklaması olmalı dikenli çuval ile soğuk çamurlu suyun. Teyzem “Ödüm sıddı, başka bir hastalık çıkacak diye” demiş ağlamış.

Karnımız ağrıyınca Meliha Teyzeme giderdik. Dizine yatardım, teyzem esneye esneye gözlerinden yaş gelerek dualar okur, eliyle karnımı ovalardı. “Dağlara taşlara, hoppa hoppa kızlara, zıppır zıpır gelinlere, mennuuuuş kıtmır, (şeytan, periler). Tatar, tatar ulu ulu ağaçlara,çirkin çirkin oğlanlara, kızım karnının ağrısı uçsuuuun gitsin, uçsuuuun gitsin. Haydi, kalk kuzum bak beni hıçkırık tuttu, ooof esneme geldi. Geçecek, geçecek, nazar değmişler akıllı kuzuma” derdi. Yani ağrılar çirkinlere, hoppalara, şeytana gitsin demek istiyor. Dizinden kalkmak istemezdim, benim de uykum gelirdi. Teyzem yavaşça başımın altına bir yastık koyar, artık orlon iplerden ördüğü rengârenk battaniyeyi üstüme örter, kapıyı azıcık kıyılar, çıkardı. Sonra havaya bakarak su içerdi, uyanınca yarısını da bana içirirdi. Ne ağrı kalırdı ne sancı. Yazın ağaçtan, kışın karda düşen çocuklar, sınıkcı Ali İhsan Enişte’ye götürülür, kuyruk yağı ile ovalarken birden kırık, çıkıklar yerine konur, boynundan yemeni ile asılı kollarla yine oyuna koşarlardı.

Sıhhiyeci dedem doktordan bilgiliymiş, amcam beş defa tandıra düşmüş, annemin yüzüne düdüklü patlamış, dedem nasıl tedavi ettiyse hiç iz yok ikisinde de. Yalnız bana ilginç gelen, bir çocuk niye beş defa tandıra düşer? Zavallı annem, yüzü yanık içindeyken titiz kocasından korkup merdivenlere ve yan salonun tavanına kadar yapışan fasulyeleri temizlemiş. Offff, amaaaan! Gençlik, korumasızlık ne zormuş. Belli ki adamlar böyle herif olunur, kadınlar böyle avrat olunur sanıyorlardı. Bu arada annem bana hamileymiş. Benim ani seslerden fazlasıyla irkilişim, panik hallerimin sebebi bu olabilir mi? Bir de evimiz kadirah denen ıssız bağlar arasında bir bölgede olduğundan babam, anneme silah atmayı öğretmiş. Yine bana hamile. Bu ne yaaa! İnsanlar sakinleşsin diye karnındaki bebeğe klasik müzik dinletir, benimkiler silah atıyor. Şimdi de niye konuşurken birden sinirleniyor muşum? Ne yapayım, fasulye kadarken çektiklerime bakın!

İlkokul boyunca solucandan kurtulamadım. Evet, solucan karın ağrısı, mide bulantısı, iştahsızlık yapardı. Annem elinde solucan dökme şurubu, günde  üç kez zorla içirirdi. Bak kızım biz de içiyoruz diyerek kardeşimin ağzına da tıkıverirdi. Bir de tenya varmış, Allahtan bende o yokmuş, tenya olsaymış onun başında bir çengel varmış, bağırsağa yapışırmış, kafası düşmez gövdesi düşermiş, bu yüzden hiç bitmezmiş. Bunu kadınlar konuşurken duydum, tuvalete çıkmak kâbusum oldu. Altıma eğilip bakmaktan kaç defa kafa üstü düştüm bilmem. En kötüsü de mahalle çocuklarının soruları: “Sen hiç gördün mü, canlı mı ölü mü düşüyolar? Uykunda donuna gelse napan?” Dedem Mersin'den ekşi nar kökü getirtmiş, kaynattılar onu içtim. Birkaç kusmadan sonra anneannem de beş gün boyunca bir diş sarımsak yuttururdu. Hangisi fayda etti bilmem, ortaokul sıralarında geçti.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"amonka muyamba da tunga" yani "kıyakçılığın sonu ayakçılık"

ÜLKEM